
Boş arama ile 15 sonuç bulundu
- KOLELİTİAZİS (SAFRA KESESİ TAŞI) Ayrıntılı Hasta Bilgilendirme Metni
1. Tanımlama Kolelitiazis (safra kesesi taşı) , safra kesesi içinde kolesterol, bilirubin ve safra tuzlarının dengesinin bozulmasına bağlı olarak katı partiküller (taşlar) oluşmasıdır. Bu süreç birkaç evrede ilerler: A. Safra Taşı Oluşum Mekanizması (Patogenez) Supersaturasyon (Aşırı doygunluk): Safrada kolesterol miktarı artar veya safra tuzları azalır. Kolesterol çözünemeyerek kristaller oluşturmaya başlar. Nükleasyon: Kolesterol kristalleri bir araya gelip çekirdek oluşturur. Bu evre taş oluşumunun başlangıcıdır. Safra kesesi motilite bozukluğu: Safra kesesinin yeterli kasılamaması, kristallerin kese içinde uzun süre kalmasına neden olur. Bu durum taş gelişimini hızlandırır. Mukus artışı ve inflamasyon: Safra kesesi mukozası tarafından üretilen mukus artar. Kristaller mukusa yapışarak büyür ve taş haline gelir. B. Safra Taşı Çeşitleri Ayrıntılı Kategoriler 1. Kolesterol Taşları Safra taşı olgularının büyük kısmını oluşturur. En önemli faktör safra tuzu-kolesterol oranının bozulmasıdır. Mikroskopik olarak kolesterol monohidrat kristallerini içerir. 2. Siyah Pigment Taşları Genellikle kronik hemolitik hastalıklarda, sirozda görülür. Kalsiyum bilirubinat içerir. Safra kesesi içinde sert, kırılgan yapılardır. 3. Kahverengi Pigment Taşları Genellikle safra yollarında oluşur. Enfeksiyonla ilişkilidir. Bakteri beta-glukuronidaz enzimi bilirubin metabolizmasını değiştirir. 4. Mikrolitiazis ve Sludge Ultrasonla zor görülen taşçıklar ve çamurdur. Safra pankreatitinin en sık nedenidir. 2. Semptomlar Safra taşlarının klinik belirtileri taşın konumuna, boyutuna ve safra kesesi fonksiyonuna bağlıdır. A. Safra Koliği (Biliary Colic) – Mekanizma ve Özellikler Safra koliiği, safra kesesi taşlarının sistosistik kanalı geçici olarak tıkamasıyla ortaya çıkar. Mekanizma: Safra kesesi yemek sonrası kasılır. Taş çıkış kanalını tıkıyorsa iç basınç artar. Bu basınç ağrıyı oluşturur. Ağrı Özellikleri: Genellikle ani başlayan , kramp tarzında, şiddetlidir. Uzun sürmez; 1–4 saat içinde çözülür. Genellikle yağlı yemekten 30–90 dakika sonra başlar. Ağrı rebound içermez, devamlıdır. Çoğu hasta ağrıyı “sanki kaburga altında baskı var” şeklinde tarif eder. B. Dispeptik Şikayetler Yemek sonrası hazımsızlık Ağırlık hissi Şişkinlik Erken doyma Yağlı gıdaları tolere edememe Bu belirtiler spesifik değildir; birçok gastrointestinal rahatsızlıkla karışabilir. C. Taş Komplikasyonlarına Bağlı Özel Semptomlar 1. Akut Kolesistit Şiddetli sağ üst kadran ağrısı Ateş Pozitif Murphy bulgusu Lökositoz, CRP yükselmesi 2. Koledokolitiazis Sarılık Koyu idrar, açık renkli dışkı Şiddetli bulantı-kusma 3. Akut Kolanjit Ateş Sarılık Karın ağrısı Tedavi edilmezse sepsis gelişebilir. 4. Safra Pankreatiti Kemer tarzı epigastrik ağrı Serum amilaz/lipaz yüksekliği Kusma ve karın şişliği 3. Ne Zaman Ameliyat Olmalı? – Klinik Rehberlere Göre Uluslararası cerrahi rehberlerde semptomatik safra kesesi taşı ameliyat endikasyonu kabul edilir. A. Güçlü Ameliyat Endikasyonları Tekrarlayan safra koliği Akut kolesistit Koledokolitiazis Akut kolanjit Taşlı pankreatit Safra kesesi boynunda taş (hidrops riski) Çapı >2 cm taş Kesiçik polip + taş birlikteliği Porselein safra kesesi Diyabet ve immünsüpresyonlu olgular B. Ortalama Risk Hesaplaması Semptomatik taşlarda 1 yıl içinde komplikasyon gelişme riski: %20 Tekrarlayan kolik atakları olanlarda risk: %40 Koledokolitiazis gelişme riski: %15 Safra pankreatiti riski: %4–8 4. Ameliyat Olmazsa Ortaya Çıkabilecek Acil Durumlar A. Akut Kolesistit – Gelişim Evreleri Sistosistik kanal tıkanması Safra kesesi içinde basınç artışı Safranın konsantre olması Bakteriyel enfeksiyon gelişimi Duvar ödemi ve iskemi Gangren – perforasyon Kolesistit Türleri Akut kolesistit Kronik kolesistit Gangrenöz kolesistit Emfizemöz kolesistit (özellikle diyabetiklerde) B. Koledokolitiazis Taş ana safra kanalına düşerek tıkanıklık yaratır. Sonuçları: Karaciğerde safra birikir (kolestaz) Bilirubin yükselir Karaciğer enzimleri bozulur Sarılık gelişir Tedavi edilmezse kolanjit ortaya çıkar C. Akut Kolanjit – Sepsis Kaynağı Safra yollarında basınç artışı + bakteri üremesi = septik tablo Klinik Evreleme (Tokyo Guidelines) Hafif (Grade I) Orta (Grade II) Ciddi (Grade III – septik şok) Tedavi edilmezse mortalite oranı %10–30 ’dur. D. Safra Pankreatiti Taş papilla Vateri tıkar → pankreas sıvıları geri dolar → oto-digestion başlar. Ciddi formunda: Nekroz Organ yetmezliği Yoğun bakım ihtiyacı Mortalite: %5–30 E. Safra Kesesi Gangreni/Perforasyonu Özellikle yaşlı ve diyabetiklerde sık Perforasyon sonrası safra karın içine yayılır → peritonit Mortalite riski artar 5. Cerrahi Tedavi – Ayrıntılı Anlatım A. Laparoskopik Kolesistektominin Avantajları Daha az ağrı Daha hızlı iyileşme Daha kısa hastanede kalış Estetik avantaj Daha düşük enfeksiyon oranları Daha düşük postoperatif fıtık riski B. Cerrahi Aşamaları (Hekim Dilinde) Trokar girişleri Calot üçgeninin diseksiyonu Critical View of Safety (güvenli görüş kriteri) sağlanması Duktus sistikus ve arter sistikus kliplenmesi Safra kesesinin yataktan çıkarılması SPECIMEN çıkarılması Yıkama ve kontrol C. Komplikasyon Riski Genel komplikasyon oranı: %2–6 Safra yolu yaralanması: %0.3–0.5 Tekrar ameliyat gereksinimi: nadir 6. Cerrahi Sonrası Dönem – Ayrıntılı Rehber A. İlk 24 Saat Hafif-orta karın ağrısı normaldir Gaz sancısı olabilir Yürüme önerilir (tromboz riskini azaltır) B. İlk Hafta Hafif yağsız diyet Ani hareketlerden kaçınma Ağrı giderek azalır C. 2–4 Hafta Normal aktivitelere dönüş Hafif sporlar yapılabilir D. 4. Haftadan Sonra Normal beslenmeye geçiş Kesi yerleri tamamen iyileşir 7. Yaşam Tarzı ve Beslenme Değişiklikleri A. Bilimsel Temelli Beslenme Önerileri Daha az doymuş yağ Lif oranı yüksek beslenme Tam tahıllar, sebzeler, meyveler Rafine şekerden uzak durulmalı Kafein ve gazlı içecek azaltılmalı Kızartmadan kaçınılmalı B. Safra Akışını Düzenleyen Beslenme Tavsiyeleri Günde 5–6 küçük öğün Uzun süre aç kalmamak Zeytinyağı tercih edilmeli C. Ameliyat Sonrası Gaz ve Hazımsızlık İçin Öneriler Probiyotik takviyesi düşünülebilir Gaz yapan besinler (fasulye, lahana) ilk haftalarda azaltılabilir 8. Kozmetik, Psikolojik ve Yaşam Kalitesi Etkileri Laparoskopik yöntemde 1 cm’den küçük izler kalır Hastaların çoğu 1–2 hafta içinde günlük işlerine döner Safra kesesinin alınması uzun vadede yaşam kalitesini düşürmez Sindirim sistemi 1–3 ay içinde tamamen adapte olur SON SÖZ Safra taşları toplumda çok sık görülür ve genellikle uzun süre sessiz kalabilir. Ancak semptom başladığında veya komplikasyon geliştiğinde zamanında müdahale hayat kurtarır. Laparoskopik kolesistektomi, güvenli ve etkili bir tedavi seçeneğidir.
- DİVERTİKÜLER HASTALIKLAR: TANIM, SEMPTOMLAR, TANI, TEDAVİ VE TAKİP PROGRAMLARI
Divertiküler hastalık nedir? 1. TANIM Divertiküler hastalık, kalın bağırsağın iç duvarından dışa doğru balonlaşmış küçük kese benzeri yapıların (divertikül) oluşmasıyla karakterizedir. Bu oluşumlar genellikle kolonun sol tarafında, özellikle sigmoid kolonda görülür. Yaş ilerledikçe bağ dokusunun zayıflaması, kabızlık ve liften fakir beslenme divertikül gelişimini kolaylaştırır. Divertiküler hastalık üç ana grupta incelenir: Divertiküloz: Divertiküllerin bulunması ancak hiçbir belirti olmaması durumudur. Divertikülit: Divertiküllerin iltihaplanması ve enfeksiyon gelişmesidir. Komplike divertikülit: Apse, fistül, perforasyon (delinme) ve tıkanıklık gibi hayatı tehdit eden durumların gelişmesidir. 2. SEMPTOMLAR 2.1. Divertiküloz Belirtileri Genelde belirtisizdir. Bazı hastalarda hafif karın ağrısı, gaz, şişkinlik ve düzensiz dışkılama olabilir. İrritabl bağırsak sendromu ile karışabilir. 2.2. Divertikülit (İltihaplanmış Divertikül) Belirtileri Sol alt karın bölgesinde sürekli ağrı Ateş ve titreme Bulantı, kusma İştahsızlık Kabızlık veya ishal Dışkıda mukus Halsizlik 2.3. Komplike Divertikülit Belirtileri Acil müdahale gerektirir. Şiddetli karın ağrısı Yüksek ateş Karında sertlik ve yaygın hassasiyet Nabız artışı Gaz ve dışkı çıkaramama Kanlı dışkılama Titreme, üşüme Bu bulgular perforasyon, apse veya fistül geliştiğini gösterebilir. 3. TANI Tanı klinik değerlendirme, laboratuvar testleri ve görüntüleme yöntemleriyle konur. 3.1. Klinik Muayene Sol alt karında hassasiyet tipiktir. Ateş varlığı enfeksiyonu düşündürür. 3.2. Laboratuvar Testleri WBC (beyaz küre): Yükselir. CRP: İltihabın seviyesini gösterir. İdrar tahlili: İdrar yolu enfeksiyonu ayırıcı tanısı için önemlidir. 3.3. Görüntüleme Yöntemleri Bilgisayarlı Tomografi (BT) Divertikülit tanısında altın standarttır.BT ile: Divertikül iltihabı Bağırsak duvar kalınlaşması Apse Serbest hava (delinme bulgusu) Sıvı birikimi görülebilir. Ultrasonografi Bazı hastalarda kullanılabilir ancak BT kadar duyarlı değildir. Kolonoskopi Akut atakta yapılmaz (delinme riskinden dolayı). Atak geçtikten 6–8 hafta sonra tarama amaçlı yapılır. Kanser gibi divertikülite benzeyen patolojileri ayırt etmek için önemlidir. 4. TEDAVİ Tedavi hastalığın şiddetine ve komplikasyon varlığına göre değişir. 4.1. Divertiküloz (Belirti Vermeyen Divertiküller) Lifli beslenmenin artırılması (günlük 25–30 g lif) Bol su tüketimi Düzenli egzersiz Kabızlıktan kaçınma Gerekirse lif takviyeleri 4.2. Hafif Divertikülit Ayaktan tedavi mümkündür. Sıvı veya düşük lifli diyet 48–72 saat sonra semptomlar azaldıkça lif artırılır Gerekirse ağızdan antibiyotik Parasetamol ile ağrı kontrolü (NOT: NSAİİ'ler perforasyon riskini artırabilir.) 4.3. Orta–Ağır Divertikülit Hastaneye yatış gerekebilir. Damar yoluyla sıvı tedavisi Damar yoluyla antibiyotik Ağrı kontrolü Bağırsak istirahati (geçici açlık veya sıvı diyet) BT eşliğinde apse drenajı (≥3–4 cm apselerde) 4.4. Komplike Divertikülit – Cerrahi Gerektiren Durumlar Aşağıdaki durumlarda cerrahi düşünülür: Perforasyon (delinme) Yaygın peritonit Büyük apse Tekrarlayan divertikülit atakları Fistül gelişimi (mesane, vajina, cilt) Bağırsak tıkanıklığı Cerrahi seçenekler: Sigmoid kolon rezeksiyonu Gereken durumlarda geçici kolostomi Laparoskopik veya açık cerrahi uygulanabilir 5. TAKİP PROGRAMLARI Takip; hastanın yaşına, geçirdiği atak sayısına ve komplikasyon varlığına göre planlanır. 5.1. Divertiküloz Takibi Rutin kolonoskopi gerekmez (yaş taramaları hariç). Lifli beslenme ve kabızlık kontrolü önemlidir. 5.2. Divertikülit Atak Sonrası Takip Atak geçtikten 6–8 hafta sonra kolonoskopi yapılmalıdır. Diyet düzenlemeleri gözden geçirilir. Tekrarlayan ataklarda gastroenterolog ve cerrah birlikte değerlendirir. 5.3. Komplike Divertikülit Uzun Dönem Takibi İlk 3 ay: Ayda 1 kontrol Gerekirse BT kontrolü Beslenme düzeninin sağlanması 3–12 ay: 3 ayda bir kontrol Kolonoskopi (yapılmadıysa) 1–5 yıl: Yılda bir kontrol Şikâyet olduğunda erken değerlendirme 6. Beslenme Önerileri (Divertiküler Hastalar İçin) Beslenme tedavinin en önemli parçalarından biridir. Aşağıdaki öneriler divertikülit ataklarını azaltmaya yardımcı olur. Lifli Besinleri Artırın: Lif, dışkının yumuşamasını sağlar ve bağırsak basıncını azaltarak yeni divertikül oluşumunu ve atakları önler. Önerilen besinler: Sebzeler (brokoli, ıspanak, kabak, havuç) Meyveler (armut, elma, şeftali, kayısı) Bakliyatlar (mercimek, nohut, kuru fasulye) Yulaf, kepek, tam tahıllı ekmek Çiğ kuruyemişler (atak döneminde önerilmez) Bol Su İçin: Lif alımı artınca günlük su tüketimi de artırılmalıdır. Yeterli su içilmezse kabızlık daha da kötüleşebilir. Atak Döneminde Beslenme: Divertikülit atağı sırasında yüksek lifli besinler geçici olarak azaltılır. Bu dönemde: Çorba Püre Yoğurt Haşlanmış sebzeler Sıvı gıdalar tercih edilir. Ağrı azaldıkça yeniden lifli beslenmeye geçilir. Kaçınılması Gereken Besinler: Çok yağlı kızartmalar Aşırı işlenmiş hazır gıdalar Kırmızı etin aşırı tüketimi Baharatlı yiyecekler Mısır patlağı ve sert kabuklu kuruyemişler (atak döneminde) (Not: Modern rehberler divertikülozda kuruyemiş ve çekirdeklerin tamamen yasak olmadığını belirtse de, atağı olan hastalarda geçici olarak kısıtlama önerilir.) 7. ACİL BAŞVURU GEREKTİREN DURUMLAR Şiddetli karın ağrısı Yüksek ateş Kusma, gıda alamama Kanlı dışkılama Karın sertliği Gaz ve dışkı çıkaramama Genel durumda kötüleşme SONUÇ Divertiküler hastalık erken tanı, uygun tedavi ve doğru yaşam tarzı değişiklikleri ile kontrol altına alınabilir. Düzenli takip ve beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi hem atak sayısını azaltır hem de yaşam kalitesini artırır.
- Kasık Fıtığı Ameliyatı Sonrası Hastaların Dikkat Etmesi Gerekenler
Kasık fıtığı ameliyatı sonrası nelere dikkat edilmesi gerekir. 1. Kasık Fıtığı Kasık fıtığı (inguinal herni), karın içi organların veya dokuların kasık bölgesindeki zayıf bir noktadan dışarı doğru çıkmasıyla oluşan yaygın bir cerrahi problemdir. Tüm fıtıkların %70’inden fazlasını oluşturan kasık fıtıkları, özellikle erkeklerde daha sık görülür ve tedavinin tek kesin yöntemi cerrahidir. Günümüzde açık (Lichtenstein, Shouldice vb.) ve laparoskopik (TAPP, TEP) yöntemlerle yüksek başarı oranları elde edilmektedir. Kasık fıtığı ameliyatı sonrası dönem, sadece iyileşme süreci açısından değil, aynı zamanda nüks, kronik ağrı ve enfeksiyon gibi komplikasyonların önlenmesi açısından da kritik önem taşır. Bu makale, hem akademik perspektiften hem de hasta dostu bir dille ameliyat sonrası bakım sürecini detaylandırmak üzere genişletilmiştir. 2. Ameliyat Sonrası İlk 24 Saat 2.1 Ağrı Yönetimi Ağrı, kasık fıtığı ameliyatlarının doğal bir sonucudur. İlk 24–48 saat içinde daha belirgin olur, daha sonra giderek azalır. Hekimler genellikle nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ) ve gerektiğinde daha güçlü analjezikler reçete eder. Ağrıyı azaltmak için: Düzenli ilaç kullanımı önemlidir. Ani hareketlerden kaçınılmalıdır. İyileşme sürecine göre hafif yürüyüşlerle kaslar desteklenebilir. 2.2 Anestezi Sonrası Bulgular Genel anestezi sonrası bulantı, baş dönmesi ve halsizlik görülebilir. Bu yan etkiler genellikle birkaç saat içinde kaybolur. Lokal anestezi yapılan hastalarda bu belirtiler daha minimaldir. 2.3 Hastaneden Taburcu Kriterleri Hastanın taburcu edilebilmesi için: Nabız ve tansiyon değerlerinin stabil olması Sıvı alımının başlaması Yürüyebilmesi Aşırı ağrı veya bulantı olmaması gerekir. Bazı laparoskopik ameliyatlarda hastalar aynı gün taburcu edilirken, bazı açık ameliyatlarda 24 saat gözlem gerekebilir. 3. Yara Bakımı ve Hijyen 3.1 Yara Yeri Değerlendirmesi Cerrahi kesi bölgesi iyileşme sürecinde hassastır. İdeal bakım: Bölgenin kuru tutulması Sargıların önerilen sürede değiştirilmesi Kızarıklık, akıntı, kötü koku veya artmış ağrı gibi enfeksiyon belirtilerinin takip edilmesişeklindedir. Açık ameliyatta daha büyük bir kesi bulunduğundan iyileşme daha uzun sürebilir. Laparoskopik ameliyatlarda ise yaralar daha küçük olup enfeksiyon riski daha düşüktür. 3.2 Banyo Kuralları Genellikle 48 saat sonra kısa süreli duş serbesttir. Öneriler: Kesinin üzerine direkt su basıncı uygulanmamalıdır. Kese bölgesi lifle ovalanmamalıdır. Banyo sonrası bölge tamamen kurulanmalıdır. 4. Beslenme Düzeni ve Sindirim Sistemini Koruma Ameliyat sonrası bağırsak hareketleri yavaşlayabilir. Kabızlık, karın içi basıncını artırarak ameliyat bölgesine yük bindirir ve nüks riskini artırır. Bu nedenle: Günde en az 2 litre su tüketilmelidir. Lifli gıdalar (sebze, meyve, tam tahıl) tercih edilmelidir. Gerekirse doktor önerisiyle hafif laksatifler kullanılabilir. Gaz yapan yiyecekler (kuru baklagiller, gazlı içecekler) ilk günlerde sınırlanabilir. 5. Fiziksel Aktivite ve Dönüş Planı 5.1 İlk Günlerde Aktivite Kısa yürüyüşler hem kan dolaşımını artırır hem de akciğer komplikasyonlarını önler. Aşamalı olarak süre uzatılabilir. 5.2 Zorlayıcı Aktivite ve Spor Bilimsel çalışmalar, erken dönemde ağır yük kaldırmanın nüks riskini artırdığını göstermektedir. Bu nedenle: 4–6 hafta boyunca 5 kg’dan fazla ağırlık kaldırılmamalıdır. Mekanik zorlanmaya neden olan egzersizlerden kaçınılmalıdır (şınav, mekik, ağırlık çalışmaları). Laparoskopik ameliyat geçiren hastalarda süre biraz daha kısa olabilir ancak karar cerrah tarafından verilmelidir. 5.3 Araç Kullanımı Araç kullanmak için yeterli mobilite ve hızlı refleks gerekir. Bu nedenle: Ağrı kesicilerin uyku yapıcı etkisi geçmeden araç kullanılmamalıdır. Genellikle 3–5 gün sonra araç kullanımına izin verilir. 6. Komplikasyonlar ve Tanı Kriterleri 6.1 Şişlik ve Morluk Kasık bölgesinde morluk, ödem ve şişlik özellikle ilk hafta sık görülür. Skrotuma doğru inen şişlik olabilir ve birkaç hafta sürebilir. 6.2 Enfeksiyon Aşağıdaki durumlarda tıbbi değerlendirme gerekir: 38°C üzeri ateş Artan kızarıklık ve sıcaklık Kötü kokulu sarı-yeşil akıntı Dayanılmaz ağrı 6.3 Kronik Ağrı Kasık fıtığı ameliyatı sonrası hastaların %5–15’inde 3 aydan uzun süren kasık ağrısı görülebilir. Sinir irritasyonu, mesh (yama) reaksiyonu veya skar dokusu neden olabilir. Tedavisi için: İlaç tedavisi Fizik tedavi Sinir blokajıgibi yöntemler uygulanabilir. 6.4 Fıtığın Tekrarı (Nüks) Nüks oranı cerrahi tekniğe, cerrahın deneyimine ve hastanın yaşam tarzına bağlı olarak değişir. Risk faktörleri: Aşırı kilo Kronik kabızlık Sürekli öksürük Aşırı efor 7. Cinsel Yaşam Cinsel ilişkiye dönüş için ortalama 1–2 hafta beklenmesi önerilir. Bu süre kişiden kişiye değişebilir. Ağrı yoksa ve hareketler zorlamıyorsa daha erken veya daha geç olabilir. Aşırı basınç oluşturan pozisyonlardan kaçınılmalıdır. 8. İşe ve Günlük Yaşama Dönüş İşe dönüş planı kişinin iş yüküne göre belirlenir: Masa başı iş: 3–7 gün Ayakta durma gerektiren işler: 1–2 hafta Ağır kaldırma gerektiren meslekler: 4–6 hafta Profesyonel sporcular: bireysel değerlendirme gerekir Günlük yaşam aktiviteleri, ağrı sınırını aşmayacak şekilde düzenlenmelidir. 9. Uzun Vadeli Yaşam Tarzı Önerileri 9.1 Kilo Yönetimi Aşırı kilo karın bölgesine baskı yapar. Sağlıklı kilo aralığına ulaşmak ve korumak nüks riskini önemli ölçüde azaltır. 9.2 Sigara Bırakma Sigara, yara iyileşmesini geciktirir ve öksürük nedeniyle karın içi basıncını artırır. Ameliyat sonrası en önemli koruyucu önlemlerden biri sigarayı bırakmaktır. 9.3 Düzenli Kontroller Cerrah tarafından önerilen kontrol randevuları aksatılmamalıdır. Erken dönemde fark edilen sorunlar tedavi açısından daha avantajlıdır. 9.4 Ameliyat Sonrası Önerilerin Zaman Çizelgesi Dönem Öneriler İlk 24 Saat Ağrı kontrolü, kısa yürüyüşler, ağır kaldırmaktan kaçınma 48–72 Saat Duş serbest, yara bakımı, hafif aktiviteler 1. Hafta Şişlik ve morluk takibi, hafif yürüyüşlerin artırılması 2–4. Hafta 5 kg üzeri yük kaldırmamak, düzenli beslenme ve sıvı alımı 4–6. Hafta Yavaşça normal aktivitelere dönüş, spor için doktor onayı 10. Sonuç Kasık fıtığı ameliyatı, hem açık hem de kapalı yöntemlerle yüksek başarı oranına sahip, güvenli bir cerrahi prosedürdür. Ancak ameliyat sonrası dönemde hastaların önerilere dikkat etmesi iyileşmenin hızlanması, komplikasyonların azalması ve yaşam kalitesinin korunması açısından hayati önem taşır. Bu genişletilmiş bilgilendirme metni, hastaların ameliyat sonrası süreci daha iyi anlaması, doğru adımları atması ve kendi sağlıklarını etkin şekilde yönetmeleri için kapsamlı bir rehber niteliği taşımaktadır. Not: Makaledeki bilgiler genel bilgilendirme amaçlıdır. Her hastanın durumu farklı olduğundan kişisel öneriler için daima hekim görüşü alınmalıdır.
- Perianal Apse ve Anal Fistül: Belirtiler, Nedenler ve Tedavi Süreci
Perianal apse ve anal fistul Perianal apse ve anal fistül hastalıkları, anüs çevresindeki enfeksiyonlar sonucu ortaya çıkan, sıklıkla birbirleriyle ilişkili iki durumdur. Her iki hastalık da hem ağrı hem de yaşam kalitesinde ciddi düşüşe neden olabilir. Erken tanı ve uygun tedavi ile tamamen iyileşme mümkündür. Bu yazıda, perianal apse ve anal fistüllerin nedenleri, belirtileri, tanı yöntemleri, tedavi seçenekleri ve tedavi sonrası dikkat edilmesi gereken noktalar ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. 1. Perianal Apse Nedir? Perianal apse, anüs çevresinde, cilt altında veya daha derin dokularda gelişen iltihaplı (irinli) bir enfeksiyon odaklanmasıdır. Çoğunlukla anüs çevresindeki anal bezlerin tıkanması ve enfekte olması sonucu ortaya çıkar. Bu bezlerin tıkanmasıyla bakteriler burada çoğalarak iltihap oluşturur. Sebepleri Anal bezlerin enfeksiyonu (en sık neden) Crohn hastalığı veya ülseratif kolit gibi inflamatuvar bağırsak hastalıkları Travma, çatlak veya anal bölgede cerrahi girişimler Diyabet, bağışıklık sistemini zayıflatan hastalıklar Nadiren yabancı cisim veya tümörler 2. Perianal Apsenin Belirtileri ve Bulguları Perianal apse genellikle ani başlayan, şiddetli ağrı ve şişlik ile kendini gösterir. En sık görülen belirtiler: Anüs çevresinde kızarıklık, şişlik ve hassasiyet Oturmakta veya yürümekte zorlanma Yüksek ateş, halsizlik İltihaplı akıntı (bazı durumlarda) Gece ağrılarında artış Bazı apseler derin yerleşimli olabilir ve dışarıdan belirti vermeyebilir. Bu durumda hastada ateş, halsizlik ve rektal bölgede derin ağrı ön planda olur. 3. Anal Fistül Nedir? Anal fistül, anüs iç kısmı ile cilt yüzeyi arasında ince bir kanal şeklinde gelişen anormal bir bağlantıdır. Genellikle geçirilmiş veya tedavi edilmemiş bir perianal apse sonrası gelişir. Apse boşaldıktan sonra geride kalan bu kanal, iltihabın tekrar tekrar birikmesine neden olabilir. Sebepleri En sık neden: Daha önce oluşmuş bir perianal apse Crohn hastalığı (özellikle kronik ve çoklu fistüllerde) Tüberküloz, radyoterapi veya travma sonrası Nadiren doğumsal anormallikler 4. Anal Fistülün Belirtileri ve Bulguları Fistüller genellikle kronik seyirli hastalıklardır ve uzun süre devam eden şikâyetlere yol açarlar. Belirtiler: Anüs çevresinde sürekli veya aralıklarla akıntı (irin veya kanlı akıntı) Kaşıntı, kötü koku ve nemlilik hissi Aralıklı ağrılar (özellikle iltihaplandığında) Giysilerin kirlenmesi Bazı durumlarda tekrar eden apseler 5. Tanı Yöntemleri Tanı çoğunlukla fizik muayene ile konur. Deneyimli bir cerrah, hastanın öyküsünü dinleyip anal bölgeyi muayene ederek tanıya ulaşabilir. Ancak fistülün derinliği ve yönünü belirlemek için ek incelemelere gerek olabilir. Tanıda kullanılan yöntemler: Dijital rektal muayene Endoanal ultrasonografi (fistül traktının yerini gösterir) MR fistülografi (karmaşık fistüllerde en değerli yöntemdir) Fistülografi (eskiden yaygındı, artık daha az kullanılır) 6. Tedavi Seçenekleri Perianal Apse Tedavisi Tedavinin temelini cerrahi drenaj (apse boşaltılması) oluşturur. Çünkü antibiyotikler apsenin içine nüfuz edemez; bu nedenle apsenin cerrahi olarak boşaltılması gerekir. Tedavi aşamaları: Lokal veya genel anestezi altında apse boşaltılır. Gerekirse kültür alınıp uygun antibiyotik başlanır. Apsenin genişliğine göre dren yerleştirilebilir. Erken müdahale edilmezse apse kendiliğinden boşalsa bile geride fistül gelişme riski oldukça yüksektir. Anal Fistül Tedavisi Fistül tedavisinde amaç, enfekte kanalı tamamen ortadan kaldırmak, tekrar oluşmasını engellemek ve bağırsağın (sfinkterin) kontrolünü korumaktır. Tedavi yöntemleri: Fistülotomi: En sık uygulanan yöntemdir. Fistül hattı açılarak içerisi temizlenir ve doku kendiliğinden iyileşir. Seton uygulaması: Fistül hattına ip benzeri bir materyal yerleştirilir. Özellikle derin veya karmaşık fistüllerde sfinkteri korumak için kullanılır. LIFT (Ligation of Intersphincteric Fistula Tract): Kas bütünlüğünü bozmadan fistül hattının bağlanması esasına dayanır. Fistül kapatma (advancement flap, fibrin glue veya plug) yöntemleri: Uygun seçilmiş hastalarda sfinkteri koruyan modern yöntemlerdir. Hangi yöntemin kullanılacağı fistülün tipi, derinliği ve hastanın genel durumuna göre belirlenir. 7. Tedavi Sonrası Dikkat Edilmesi Gerekenler Tedavi sonrasında iyileşmenin hızlı ve sorunsuz olması için dikkat edilmesi gereken bazı önemli noktalar vardır: Hijyen: Anal bölge temizliği çok önemlidir. Ilık su oturma banyoları günde birkaç kez yapılmalıdır. Beslenme: Liften zengin, bol sıvı içeren beslenme kabızlığı önler. Kabızlık yara iyileşmesini geciktirir. Ağrı ve ateş takibi: Beklenmedik ağrı artışı veya ateş yükselmesi varsa mutlaka hekime başvurulmalıdır. Düzenli pansuman: Cerrahın önerdiği şekilde pansuman yapılmalı, bölge kuru tutulmalıdır. Uzun oturmaktan kaçınma: İlk günlerde oturma pozisyonu sınırlı tutulmalı, yan veya yüzüstü yatış tercih edilmelidir. Kontrol muayeneleri: Fistül hastalarında özellikle nüks (tekrar) riski olduğundan düzenli doktor kontrolleri çok önemlidir. Sonuç Perianal apse ve anal fistüller, genellikle birbirinin devamı olan hastalıklardır. Erken tanı ve uygun cerrahi müdahale ile kalıcı iyileşme sağlanabilir. Tedavi sonrası hijyen, beslenme ve düzenli kontrol, hastalığın tekrarlamasını önlemede en önemli unsurlardır. Zamanında müdahale edilmeyen apseler, fistül gelişimine yol açabileceğinden, anüs çevresinde ağrı, şişlik veya akıntı gibi şikâyetler görüldüğünde gecikmeden bir genel cerrahi uzmanına başvurulması gerekir.
- Laparoskopik Kolesistektomi (Kapalı Safra Kesesi Ameliyatı)
Laparoskopik kolesistektomi'de cerrahi yaklaşım Laparoskopik Kolesistektomi (Kapalı Safra Kesesi Ameliyatı) Nedir? Laparoskopik Kolesistektomi (Kapalı Safra Kesesi Ameliyatı), safra kesesinin kapalı yöntemle (yani büyük bir kesi yapılmadan, küçük deliklerden kamera ve özel cerrahi aletler yardımıyla) vücuttan çıkarılması işlemidir.Safra kesesi, karaciğerin hemen altında yer alan ve karaciğer tarafından üretilen safrayı depolayan bir organdır. Safra, yağların sindirimine yardımcı olur. Ancak zamanla safra kesesi içinde taş oluşumu (kolelitiazis) meydana gelebilir. Bu taşlar, safra yollarını tıkayarak ağrıya, bulantıya, sarılığa ve iltihaba (kolesistit) yol açabilir. Laparoskopik yöntem, klasik “açık ameliyat”a göre çok daha az travmatiktir. Göbek deliği çevresinden ve karın duvarının birkaç noktasından yapılan yaklaşık 0,5–1 cm’lik küçük kesilerden karın içine bir kamera ve cerrahi aletler yerleştirilir. Cerrah, görüntüyü bir monitör üzerinden büyütülmüş şekilde izleyerek safra kesesini dikkatlice karaciğer altından ayırır ve çıkarır. Bu yöntemle yapılan ameliyatlar, günümüzde safra kesesi hastalıklarının tedavisinde altın standart olarak kabul edilmektedir. Kimlere Uygulanabilir? Laparoskopik kolesistektomi genellikle safra taşı , safra kesesi iltihabı (akut veya kronik kolesistit) , safra kesesi polipleri veya taşsız safra kesesi fonksiyon bozukluğu gibi durumlarda uygulanır. Ameliyat kararı, hastanın şikayetlerine, ultrason ve laboratuvar sonuçlarına göre verilir. Aşağıdaki durumlarda genellikle bu yöntem tercih edilir: Safra taşı nedeniyle sık sık karın ağrısı, hazımsızlık veya mide bulantısı yaşayanlar, Safra kesesi iltihabı geçirenler, Safra kesesi polibi (özellikle 1 cm üzeri) olanlar, Safra yollarında tıkanıklık riski taşıyan hastalar, Tekrarlayan safra sancıları veya pankreatit öyküsü bulunanlar. Ancak bazı durumlarda laparoskopik yöntem uygun olmayabilir.Örneğin; daha önce çok sayıda karın ameliyatı geçirmiş, ciddi yapışıklıkları olan, safra yollarında ileri düzey iltihap veya tümör bulunan hastalarda açık cerrahi tercih edilebilir. Cerrah, ameliyat öncesi muayene ve tetkikler sonucunda en doğru yöntemi belirler. Hastanede Kalış Süresi Ne Kadardır? Laparoskopik kolesistektomi, genellikle 1 gece hastanede kalmayı gerektiren bir ameliyattır.Bazı seçilmiş hastalarda (örneğin genç, ek hastalığı olmayan, komplikasyonsuz vakalar) günübirlik cerrahi şeklinde uygulanabilir ve hasta aynı gün taburcu olabilir. Ameliyat süresi ortalama 30–60 dakika arasında değişir.Hastalar genellikle ameliyattan birkaç saat sonra yürüyebilir, sıvı gıdalarla beslenmeye başlanır.Çoğu kişi 3–5 gün içinde günlük yaşamına dönebilir ve 1 hafta sonra işe başlayabilir.Açık ameliyatla karşılaştırıldığında bu süre oldukça kısadır (açık cerrahide iyileşme 2–4 haftayı bulabilir). Ameliyatın Riskleri Nelerdir? Her cerrahi işlemde olduğu gibi laparoskopik kolesistektomi de bazı riskler taşır. Ancak bu riskler oldukça düşüktür ve genellikle deneyimli cerrahlar tarafından yapılan ameliyatlarda komplikasyon oranı %1’in altındadır. Olası riskler şunlardır: Kanama veya enfeksiyon: Küçük kesilerde nadir görülür, genellikle antibiyotik ve basit müdahalelerle kontrol edilir. Safra sızıntısı veya safra yolu yaralanması: Çok nadir görülen ancak ciddi olabilecek bir komplikasyondur. Gerektiğinde ek girişimlerle tedavi edilir. Bağırsak veya damar yaralanması: Oldukça düşük oranda rastlanır. Açık ameliyata geçiş: Bazen ameliyat sırasında yoğun iltihap, yapışıklık veya anatomik zorluklar nedeniyle açık yönteme geçmek gerekebilir. Bu durum cerrah tarafından hasta güvenliği için yapılır. Anesteziye bağlı riskler: Kalp, akciğer veya kronik hastalığı olanlarda anestezi komplikasyonları görülebilir. Genel olarak laparoskopik kolesistektomi, güvenli, etkin ve hasta konforu yüksek bir ameliyat yöntemidir. Ameliyat Sonrası Nelere Dikkat Edilmelidir? Ameliyattan sonraki süreç genellikle hızlı ve sorunsuz geçer.Ancak iyileşmeyi hızlandırmak ve komplikasyonları önlemek için bazı noktalara dikkat edilmelidir: Beslenme: Ameliyat sonrası ilk gün hafif sıvı gıdalarla başlanmalı, sonraki günlerde yağsız ve sindirimi kolay besinlerle devam edilmelidir. Yağlı, kızartılmış ve ağır yemeklerden ilk birkaç hafta kaçınılmalıdır. Zamanla vücut safra akışına uyum sağladıkça normal diyete dönülebilir. Ağrı Kontrolü: Omuz bölgesinde hafif ağrı veya gerginlik hissi olabilir; bu, ameliyat sırasında kullanılan karbondioksit gazına bağlıdır ve birkaç gün içinde geçer. Doktorun önerdiği ağrı kesiciler düzenli kullanılmalıdır. Yara Bakımı: Kesi yerleri genellikle 4–5 küçük noktadır. Bu alanlar temiz ve kuru tutulmalıdır. Banyo için cerrahın önerdiği süre (genellikle 48 saat) beklenmelidir. Fiziksel Aktivite: Ameliyattan birkaç saat sonra ayağa kalkılabilir. İlk hafta ağır kaldırmaktan, ani hareketlerden ve egzersizden kaçınılmalıdır. 1–2 hafta sonra normal tempoya dönülebilir. Kontrol Muayenesi: Taburcu olduktan sonra genellikle 7–10 gün içinde kontrol randevusu verilir. Bu muayenede dikiş yerleri ve iyileşme süreci değerlendirilir. Sonuç Laparoskopik kolesistektomi, safra kesesi hastalıklarının tedavisinde modern, etkili ve güvenli bir yöntemdir.Hastaların çoğu ameliyat sonrası kısa sürede normal yaşamlarına döner.Ağrı az, iz küçük, iyileşme hızlıdır.Uygun hasta seçimi, deneyimli cerrah ve dikkatli ameliyat sonrası bakım, başarı şansını en üst düzeye çıkarır. Bu nedenle safra taşı veya safra kesesi iltihabı tanısı alan hastalar, cerrahlarıyla laparoskopik kolesistektomi seçeneğini mutlaka değerlendirmelidir.
- Kıl Dönmesi (Pilonidal Sinus) Hastalığı
Pilonidal Sinüs ve Abse Tanım ve Genel Bilgi Kıl Dönmesi (Pilonidal Sinus) Hastalığı, genellikle kuyruk sokumu bölgesinde (sakrokoksigeal bölge) deri altında kıl, ölü deri hücreleri ve yabancı materyallerin birikmesiyle oluşan iltihabi bir hastalıktır . Bu hastalık, çoğunlukla genç erkeklerde görülmekle birlikte kadınlarda da ortaya çıkabilir. En sık 15–35 yaş arasında görülür. Pilonidal sinüsün temel nedeni, deri altında yabancı cisim gibi davranan kılların oluşturduğu kronik tahriştir. Bu kıllar, oturma sırasında sürtünme ve basınçla deri altına girer, burada iltihaplanma ve apse oluşumuna yol açar. Zamanla bu bölgede bir veya birden fazla delik (sinüs ağzı) gelişir ve bu deliklerden iltihaplı veya kanlı akıntı gelebilir. Hastalığın Nedenleri ve Risk Faktörleri Kıl dönmesi hastalığı, tamamen genetik bir hastalık değildir. Genellikle mekanik ve çevresel faktörlerin etkisiyle oluşur. Başlıca risk faktörleri şunlardır: Uzun süre oturarak çalışmak (örneğin şoförler, masa başı çalışanlar) Aşırı kıllı cilt yapısı Terleme ve kötü hijyen Dar kıyafet kullanımı Obezite (fazla kilo) Kılın yoğun olduğu bölgelerde sık sürtünme Bu faktörler birleştiğinde, deri altına giren kıllar yabancı cisim gibi davranarak iltihap başlatır. Belirtiler Kıl dönmesi hastalığının belirtileri genellikle hafif başlayıp zamanla artar.Hastalar sıklıkla şu yakınmalarla başvururlar: Kuyruk sokumunda ağrı ve hassasiyet Şişlik veya kızarıklık İltihaplı, bazen kötü kokulu akıntı Oturma veya yürümede rahatsızlık Tekrarlayan apse atakları Hastalık bazen sessiz seyredebilir ; yalnızca akıntı fark edilebilir. Bazı durumlarda ise akut apse oluşarak ani şiddetli ağrı ve ateş görülebilir. Tanı Tanı çoğu zaman fizik muayene ile kolaylıkla konur. Cerrah, kuyruk sokumu bölgesinde sinüs ağızlarını, akıntıyı veya apseli alanı gözlemler.Bazı karmaşık vakalarda ultrason gibi görüntüleme yöntemleri, hastalığın yayılımını anlamak için kullanılabilir. Tedavi Yöntemleri Kıl dönmesi hastalığının tedavisi iki ana başlıkta incelenir: Cerrahi olmayan (konservatif / medikal) tedavi Cerrahi tedavi 1. Cerrahi Olmayan Tedavi Seçenekleri Cerrahi olmayan tedavi, genellikle erken evre veya tekrarlamayan basit vakalarda uygulanır.Amaç, enfeksiyonu kontrol altına almak, sinüsün temizlenmesini sağlamak ve yeniden oluşumu engellemektir. Başlıca cerrahisiz tedavi seçenekleri: a. Lazer Tedavisi (Lazer Pilonidotomi) Son yıllarda geliştirilen bu yöntem, küçük sinüs yollarının lazer enerjisiyle içeriden yakılarak kapatılması esasına dayanır. Avantajları: Neredeyse iz bırakmaz. İşlem süresi kısadır (yaklaşık 20–30 dakika). Hastalar genellikle aynı gün evine döner. İyileşme hızlıdır, birkaç gün içinde normal yaşama dönülebilir. Dezavantajları: Çok geniş ve komplike sinüslerde etkisiz olabilir. Deneyimli merkezlerde yapılmalıdır. b. Fenol Uygulaması Sinüs içerisine kimyasal fenol maddesi verilerek iltihaplı dokunun yakılması ve tünellerin kapanması sağlanır.Tekrarlayan seanslar gerekebilir. Lazer kadar etkili olmasa da cerrahisiz bir alternatiftir. c. Hijyen ve Koruyucu Önlemler Bölgenin düzenli tıraş edilmesi veya epilasyon yapılması Günlük duş ve hijyenin sağlanması Uzun süre oturmaktan kaçınılması Kilo kontrolü ve terlemeyi azaltmak Bu önlemler, hem tedavinin etkinliğini artırır hem de nüks riskini azaltır. 2. Cerrahi Tedavi Seçenekleri Cerrahi tedavi, tekrarlayan , komplike veya apseleşmiş olgularda tercih edilir.Cerrahi yöntemler, sinüsün tamamen çıkarılmasına (eksizyon) ve yaranın farklı şekillerde kapatılmasına dayanır. a. Klasik Eksizyon ve Açık Bırakma Sinüs dokusu tamamen çıkarılır ve yara açık bırakılarak kendiliğinden iyileşmesi beklenir. Avantajı: Nüks riski düşüktür. Dezavantajı: İyileşme süresi uzundur (4–6 hafta). b. Primer Kapatma (Kapalı Yöntem) Sinüs çıkarıldıktan sonra yara direkt dikilerek kapatılır. Avantajı: Daha hızlı iyileşme. Dezavantajı: Nüks oranı açık yönteme göre biraz daha yüksektir. c. Flap Yöntemleri (Karydakis, Limberg, vs.) Yaranın orta hattan uzağa taşındığı, cilt altı dokuların yeniden şekillendirildiği ileri cerrahi yöntemlerdir. Avantajı: Estetik ve kalıcı çözümdür, nüks oranı çok düşüktür. Dezavantajı: Daha geniş cerrahi alan ve dikiş izi kalabilir. Cerrahili ve Cerrahisiz Tedavilerin Karşılaştırılması Özellik Cerrahisiz (Lazer, Fenol) Cerrahi (Eksizyon, Flap) Uygunluk Erken evre, küçük sinüslerde Geniş veya tekrarlayan olgularda İyileşme süresi 2–5 gün 2–6 hafta Ağrı ve konfor Minimal ağrı, hızlı dönüş Orta düzeyde ağrı, istirahat gerekebilir İz kalma Neredeyse yok Yönteme göre değişir Nüks oranı %5–15 %3–10 Hastanede kalış Günübirlik 1–3 gün gerekebilir Maliyet Daha düşük veya orta Genellikle daha yüksek Sonuç ve Öneriler Kıl dönmesi hastalığı, tedavi edilmediğinde tekrarlayan apseler, kronik iltihap ve yaşam kalitesinde düşüşe yol açabilir.Erken dönemde tanı konduğunda lazer gibi minimal invaziv yöntemlerle başarılı sonuçlar elde edilirken, ileri vakalarda cerrahi girişim kalıcı çözüm sağlar. Tedaviden sonra düzenli hijyen, bölgenin kuru tutulması ve uzun süreli oturmaktan kaçınmak, hastalığın tekrarlamasını önlemede büyük önem taşır.
- Hemoroid (Basür) Hastalığı
Hemoroid (Basür) Hemoroidal Hastalık (Basur) Hakkında Bilmeniz Gerekenler Hemoroidal hastalık, halk arasında yaygın olarak basur adıyla bilinen ve toplumun oldukça büyük bir kısmını hayatının bir döneminde etkileyen yaygın bir sağlık sorunudur. Anatomik olarak hemoroidler, her sağlıklı bireyde bulunan ve makat bölgesinde damar yastıkçıkları olarak işlev gören yapılardır. Bu yapılar, dışkılama sırasında ince bağırsak gazının ve dışkının kontrollü bir şekilde çıkışına yardımcı olur. Ancak çeşitli nedenlerle bu yastıkçıklar şişer, büyür, aşağıya sarkar veya kanama yaparsa, artık "hemoroidal hastalık" durumundan söz edilir ve bu durum şikayetlere yol açar. Hastalığın ortaya çıkmasında birçok faktör rol oynar. En önemli nedenler arasında kronik kabızlık ve buna bağlı olarak tuvalette uzun süre ıkınmak, düşük lifli beslenme alışkanlıkları, yetersiz sıvı tüketimi, hareketsiz yaşam tarzı, aşırı kilo, hamilelik ve doğum süreci sayılabilir. Ayrıca, ileri yaşla birlikte dokuların esnekliğini kaybetmesi de hemoroidlerin sarkmasını kolaylaştırabilir. Bu risk faktörlerinin çoğu, damarlar üzerindeki basıncı artırarak hemoroid pakelerinin genişlemesine ve sarkmasına neden olur. Hemoroidal hastalığın belirtileri, hemoroidlerin iç (rektum içinde) veya dış (makat çevresinde deri altında) olmasına göre değişiklik gösterebilir. İç hemoroidlerin en yaygın belirtisi, genellikle ağrısız olan ve tuvalet kağıdında veya klozette parlak kırmızı kan görülmesidir. İlerleyen durumlarda hemoroid memeleri makattan dışarı çıkabilir (sarkma) ve kendiliğinden içeri girebilir ya da elle itmek gerekebilir. Dış hemoroidler ise daha çok şişlik, ağrı, kaşıntı ve tahriş hissi ile kendini belli eder. Özellikle tromboze (içinde pıhtı oluşmuş) dış hemoroidler son derece ağrılı ve sert bir şişlikle seyreder. Hemoroidal hastalığın tedavisi, hastalığın evresine ve şikayetlerin şiddetine göre planlanır. Erken evrelerde genellikle yaşam tarzı değişiklikleri (lifli gıdaları artırma, bol su içme, düzenli egzersiz) ve tuvalet alışkanlıklarının düzeltilmesi önerilir. Ilık su oturma banyoları ve topikal kremler/fitiller semptomları hafifletmeye yardımcı olur. Bu önlemlere rağmen şikayetler devam ederse, lastik bant ligasyonu, skleroterapi, infrared koagülasyon gibi ofis prosedürleri uygulanabilir. Daha ileri evre veya büyük hemoroidlerde ise cerrahi müdahaleler (hemoroidektomi veya stapler hemoroidopeksi) gerekli olabilir. Unutulmamalıdır ki, rektal kanama her zaman hemoroide bağlı olmayabilir; bu nedenle tanı ve doğru tedavi planı için mutlaka bir genel cerrahi uzmanına başvurmak çok önemlidir. Önemli Uyarı: Bu makale yalnızca bilgilendirme amaçlıdır ve tıbbi tavsiye niteliği taşımaz. Tanı ve tedavi için daima bir doktora başvurunuz.
- Perianal bölge hastalıklarında lazer tedavisi nedir?
Hemoroid hastalığı nedir? Kalın bağırsağın son kesimine anal kanal denilmektedir. Hemoroidler anal kanalda normal olarak yerleşim gösteren damarsal dokuları içeren yapılardır. Anal kanalda hacim oluşturarak dışkının tutulmasına yardımcı olduğu düşünülür. Genel olarak sağ, sol ve ön yerleşimli olarak üç bölgede sıklıkla bulunabilirler. Ağrı, kanama, dışkılama sonrası sarkma gibi şikâyetler olduğunda hemoroid hastalığından bahsedilmektedir. Üç bölgede sıklıkla yerleşim göstermelerine rağmen anal kanalı çepeçevre saran hastalıkta görülebilmektedir. Uzun süre devam eden kabızlık, az sıvı tüketme, lifli gıdaların az tüketilmesi ve uzun süre tuvalette oturma en önemli risk faktörleridir. Hemoroidal hastalık yerleşim yerine göre iç hemoroidler ve dış hemoroidler olarak ikiye ayrılmaktadır. Anal kanalın dışında yerleşen dış hemoroidler, damar içerisinde kan pıhtısı oluşması sonucu şiddetli ağrıya yol açabilirler. Bunun dışında dış hemoroidlerde ele gelen şişkinlik, akıntı ve hijyen problemleri görülebilmektedir. Anal kanalın içerisinde yerleşim gösteren iç hemoroidlerde dışkılama sırasında veya sonrasında ağrısız parlak kırmızı renkte kanama, dışkılama sonrası elle içeriye itilebilen veya itilemeyen yumuşak çıkıntı görülebilir. 40 yaş üstü hastalarda veya ailesinde kanser hikâyesi bulunanlarda taze kanamanın sebebinin aydınlatılması için ayırıcı tanıda kalın bağırsağın tamamının incelenmesi gerekmektedir. İç hemoroidler 4 dereceye ayrılırlar, birinci ve ikinci derece hemoroidler diyet ve beslenmenin düzeltilmesi, ilaç tedavisi ve dışkılama alışkanlığının düzenlenmesi ile tedavi edilirken üçüncü ve dördüncü derece hemoroidlerde basit tıbbi müdahale yetersiz kalabileceği için cerrahi tedavi gündeme gelmektedir. İç hemoroidlerin sınıflaması 1. derece: kanama var, dışkılama sonrası sarkma yok 2. derece: kanama ve/veya dışkılama sonrası kendiliğinden içeri giren sarkma 3. derece: kanama ve/veya dışkılama sonrası elle içeriye giren sarkma 4. derece: kanama ve/veya içeri itilemeyen sarkma Anal fistül Anal bölgede uzun süreli akıntı ile kendini gösteren bir hastalıktır. Fistül içi boş iki organ veya içi boş organ ile cilt arasında oluşan kanala verilen isimdir. Anal fistülde anal kanal ile cilt arasında oluşmuş kanal mevcuttur. Sıklıkla anal bölgede bulunan salgı bezlerinden gelişen apseler sonrasında oluşmaktadır. Bunun yanında inflamatuar barsak hastalıkları, travma ve doğum sonrası yırtıklar nedeniyle de oluşabilmektedir. Temel şikâyet anal bölgede kötü kokulu akıntı, çamaşırın lekelenmesi ve rahatsızlık hissidir. Anal fistüller dışkının tutulmasını sağlayan kaslarla olan ilişkisine göre sınıflandırılırlar. Anal fistül geliştikten sonra cerrahi olarak tedavi edilmesi gerekmektedir. Fistülün yerleşim yeri tedavi seçeneklerini belirlemede önemlidir. Değerlendirmede kolonoskopi ve anal manyetik rezonans görüntüleme önerilmektedir. Pilonidal Sinüs Kıl dönmesi olarak da bilinen hastalık çoğunlukla kuyruk sokumunda uzun süreli akıntı, iltihaplanma atakları ve ağrı ile kendini gösteren bir hastalıktır. Doğumdan itibaren vücut orta hat kapanma sorunu nedeniyle kuyruk sokumunda boşluk oluşması ve kıl köklerinin o bölgede içeriye doğru büyümesi ile oluşabileceği gibi uzun süre oturma, sert kıl yapısına sahip olma ve tekrarlayan travmalar sonucu kıl köklerinin içeriye doğru ilerlemesi ile de meydana gelebilir. Kuyruk sokumunda ani başlangıçlı, zonklayıcı, şiddetli ağrı ve iltihaplanma ile kendini gösterebileceği gibi kuyruk sokumunda uzun süre devam eden kötü kokulu akıntı ile de tanı konulabilmektedir. Kıl dönmesine bağlı apse ile tanı konulan hastalarda öncelikle apsenin boşaltılması ve uygun antibiyotik tedavisi verilerek apsenin gerilemesi sağlanmalıdır. İltihaplanma geçtikten sonra kalıcı tedavi yöntemi hastanın muayene bulgularına karar verilmektedir. Uzun süre akıntı ile tanı alan hastalarda boşluğun genişliği ve şikâyetin süresine göre tedaviye karar verilmektedir. Lazer tedavisi nedir? Lazer odaklanmış ışık dalgalarının oluşturduğu yoğunlaştırılmış ışın demetidir. Ayarlanabilir özelliği ile istenilen bölgede istenilen miktarda ısı uygulanmasına olanak sağlar. Kontrol edilebilir olması, sadece hedef alana odaklanması, çevre dokulara az hasar vermesi nedeniyle tıpta çok çeşitli kullanım alanları mevcuttur. Anal bölge hastalıklarında kullanımının güvenli olduğu son yıllarda kanıtlanmıştır. Uygulamanın ağrısız olması, günübirlik işlem ile yapılması, hasta konforunun yüksek olması ve hastalarda iş gücü kaybına neden olmaması nedeniyle uygun hastalarda sıklıkla tercih edilmektedir. Hemoroid hastalığında lazer tedavisi Diyet ve beslenmenin etkisiz olduğu, kanama, şişkinlik ve ağrının devam ettiği hastalarda cerrahi tedavi uygulanması önerilmektedir. Klasik cerrahi tedavide hastalıklı olan hemoroidal damarlar dikişlerle bağlanarak çıkarılmaktadır. Bu durumda ameliyat sonrası dönemde hastalarda ağrı ve iş gücü kaybı görülebilmektedir. Uygun hemoroid hastalarında lazer tedavisi ağrısız, hızlı günlük hayata dönme ve hastanede yatış gerektirmemesi nedeniyle tercih edilmektedir. Uygulanan lazer ışınının kontrol edilebilir olması, çevre dokulara daha az hasar vermesi ve başarı oranının yüksek olması en önemli avantajlarıdır. Hemoroid hastalığına neden olan damar yapıları kontrollü bir şekilde mühürlenerek hastalığın tekrarı engellenmektedir. İşlem uygulanan hastalar aynı gün taburcu edilerek günlük hayatlarına daha hızlı dönmektedir. Doğru teknikle uygulanması sonucu komplikasyon oranının düşük olmasını sağlamaktadır. Anal fistülde lazer tedavisi Anal fistül hastalığında fistülün dışkıyı tutmayı sağlayan kaslarla olan ilişkisi nedeniyle fistül kanalının tek seferde kesilmesi mümkün değildir. Bu durumda fistül içeriği temizlendikten sonra kanal içerisine seton denilen lastik bir ip yerleştirerek kasları ve fistülü kontrollü bir şekilde kesmek gerekmektedir. Yerleştirilen bu seton 3 ile 5 hafta arasında kontrollü bir şekilde kendiliğinden düşmektedir. Seton uygulanan hastalarda özellikle ilk haftalarda devam eden ağrı, akıntı ve rahatsızlık hissi günlük yaşantıyı olumsuz yönde etkilemektedir. Lazer ışınlarının kontrollü olması nedeniyle anal fistülde uygulanması sonucu dışkıyı tutmayı sağlayan kaslar etkilenmemektedir. Uygun hastalarda lazer uygulaması sonrasında hastalar günlük yaşantılarına aynı gün dönebilmektedir. Kanal içeriği temizlendikten sonra lazer probu fistül içerisine yerleştirilerek kontrollü bir şekilde yakma ve mühürleme işlemi yapılabilmektedir. En önemli avantajı hastalarda ameliyat sonrası görülen ağrı, akıntı ve rahatsızlık hissinin en az düzeyde olması ve hastanede yatış gerektirmemesidir. Pilonidal sinüste lazer tedavisi Pilonidal sinüs hastalığının tekrar etme eğiliminin yüksek olması cerrahi tedavide zorlayıcı olmaktadır. Amaç hastalıklı dokuyu çıkararak yerine sağlıklı doku getirerek hastalığın tekrarına engel olmaktır. Bu amaçla çeşitli cerrahi yöntemler uygulanmaktadır. Sinüs bölgesinin çıkarılarak dikişler yardımı ile kapatılması, doku kaydırma yöntemleri ile sağlıklı doku getirme yöntemleri mevcuttur. Bu tekniklerden sonra dikişlerin açılmasını engellemek ve sağlıklı iyileşmeye olanak sağlamak için ameliyattan sonra ilk günlerde vücut hareketlerinin kontrollü olarak en aza indirgenmesi tavsiye edilmektedir. Onarım yapılan bölgede yara iyileşme problemleri sonucu yarada açılmalar ve uzun süren pansuman ihtiyacı yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Uygun hastalarda pilonidal sinüs içeriği kapalı olarak temizlendikten sonra lazer ile sinüsün yakılarak mühürlenmesi sonucu dikiş ihtiyacı olmamaktadır. Doku iyileşmesi kapalı olarak gerçekleştiği ve kesi yeri olmaması nedeniyle hareket kısıtlamasına gerek yoktur. Hastalar aynı gün günlük hayatlarına devam edebilmektedir. Lokal anestezi eşliğinde lazer uygulaması sonrası hastanede yatış gerektirmemektedir. Lazer tedavisi hangi hastalara uygulanır? Yan etkisi var mıdır? Lazer tedavisi uzun süredir çeşitli tıbbi müdahalelerde kullanılmaktadır. Hemoroid, anal fistül ve pilonidal sinüs hastalıklarında da kullanılmaya başlanmış ve güvenilirliği uzun süre önce kanıtlanmıştır. Son yıllarda dünya genelinde de yaygın olarak kullanılmaktadır. Genel olarak erişkin hasta grubunda ek hastalıklara bakılmaksızın tüm hastalara uygulanabilmektedir. Hemoroid hastalığında birinci ve ikinci evrede diyet düzenlenmesi ve ilaç tedavisi ile şikayetleri gerileyen hastalara cerrahi müdahale gerekmezken, şikayetleri gerilemeyen hastalara uygulanabilmektedir. Üçüncü evre hemoroid hastalığında etkili bir tedavi dördüncü evre hemoroid hastalığında etkinliği düşük olmaktadır. Bu nedenle hastaların dikkatli şekilde değerlendirilmesi, birinci basamak tedavilerinin düzenlenmesi ve takiplerinin yapılması gerekmektedir. Cerrahi tedavi gerekliliği olan hastalarda lazer tedavisi etkili bir tedavi seçeneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğru teknikle uygulanması durumunda çalışmalarda lazer tedavisi sonrası bildirilen yan etki oranları çok düşüktür. En önemli avantajı uygulama sonrası ağrı şikâyeti klasik cerrahi tedaviye göre belirgin olarak düşük olmasıdır. Bunun yanında işlemin hastanede yatış gerektirmemesi ve uygulama sonrasında fiziksel hareketlerde kısıtlama gerektirmemesi sonucunda iş gücü kaybı yaşanmamaktadır. Lazer tedavisinin sonuçları, klasik cerrahi tedavi uygulanan hemoroid, anal fistül ve pilonidal sinüs hastalarında karşılaştırıldığında benzer başarılı sonuçların alındığı görülmüştür. Yan etki bakımından yine klasik cerrahi tedaviye benzer sonuçların olması lazer tedavisinin seçilmesinde bir diğer neden olmaktadır. Sonuç olarak cerrahi tedavi gereken hemoroid, anal fistül ve pilonidal sinüs hastalarında başarılı sonuçları olan lazer tedavisi dünya genelinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Lazer tedavisi uygulanan hastalarda ağrı şikayetinin az olması, normal günlük hayata erken dönülmesi ve diğer yan etkilerin daha az görülmesi cerrahi tedavi seçeneğinde tercih edilmesine neden olmaktadır. Randevu ve bilgi için tıklayın
- Mide Kanseri
Mide kanseri nedir? Dünya genelinde en sık görülen ikinci kanser türüdür. Kansere bağlı ölümlere sıklıkla neden olmaktadır. Mide dokusunda, normalden daha fazla gelişen dokuların kontrolsüz bölünmesi sonucu yol açtığı durumdur. Genetik geçiş, çevresel faktörler, tütsülenmiş ve aşırı yağlı gıdaların tüketimi, helikobakter pilori enfeksiyonu, sigara ve alkol kullanımı en önemli risk faktörleridir. Mide kanserinin belirtileri nelerdir? Başlangıç şikayetleri hazımsızlık, şişkinlik, erken doygunluk ve yemeklerden sonra olan karın ağrısıdır. Bu şikayetler gastrit ve mide ülseri gibi iyi huylu rahatsızlıklara bağlı olarak da görüldüğü için başlangıç belirtileri sinsidir. Kilo kaybı hemen her kanser hastalığında olduğu gibi bu kanser türünde de görülmektedir. Bunların yanında midede kanserin geliştiği bölgeye bağlı olarak yemeklerden sonra takılma hissi, ağızdan veya dışkıdan kan gelmesi, yemeklerden sonra olan karın ve sırt ağrısı görülebilir. İlerleyen durumlarda karın duvarında ele gelen kitle fark edilebilir. Mide kanserinde tanısı nasıl yapılır? Hazımsızlık, erken doygunluk, şişkinlik ve yemeklerden sonra karın ağrısı olan hastalarda doktor kontrolünden sonra uygulanan ilaç ve diyet tedavisine rağmen şikayetlerde düzelme olmazsa endoskopik incelemeye başvurulmalıdır. Bu yöntemle tanı kesin olarak konulabilir. Sonrasında evreleme amacıyla bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans görüntüleme (MRG) veya pozitron emisyon tomografisi (PET-BT) ile hastalığın yaygınlık derecesi, lenf bezlerinin tutulumu ve komşu organlarla ilişkisi değerlendirilebilir. Mide kanserinde tedavi yöntemleri nelerdir? Mide kanserinde cerrahi tedavi tümörün midedeki yerleşim yerine göre farklılık göstermektedir. Yemek borusuna yakın yerleşimli tümörlerde midenin tamamının alınması (total gastrektomi) gerekmektedir. Oniki parmak barsağa yakın yerleşimli tümörlerde ise midenin yarısının alınması uygulanan diğer cerrahi tedavidir. Mide ile yemek borusunun birleşim yerinden kaynaklanan tümörlerde yine yerleşim yerine göre yemek borusunun kısmi ya da tamamının alınması gerekmektedir. Cerrahi tedavide bölgesel lenf bezlerinin de tamamının çıkarılması, asıl tümörün çıkarılması kadar önemlidir. Bu şekilde hastanın ameliyat sonrası dönemde alacağı kemoradyoterapiye en yüksek oranda yanıt vermesi sağlanarak hastalıksız yaşam süresi uzatılabilmektedir. Ameliyat öncesi değerlendirmede karın içerisinde metastatik lenf bezlerinin görülmesi ile öncelikli olarak kemoterapi ve/veya radyoterapi verildikten sonra ameliyat edilmesinin hastalıksız sağ kalıma olumlu etki gösterdiğini gösteren çalışmalar son yıllarda bildirilmeye başlanmıştır. Bu seçenek hastanın ve hastalığın durumuna göre değişkenlik gösterebilmektedir. İlerlemiş ve uzak organ metastazı olan durumlarda yine sistemik kemoterapi ve/veya radyoterapi verilmesinden sonra hastalar ameliyat için tekrar değerlendirilmektedir. Mide kanseri ameliyatı sonrasında beslenme ve diyet nasıl olmalıdır? Özellikle midenin tamamı alındıktan sonra; yemek borusu, oniki parmak barsağı ve ince barsaklar farklı şekilde birbiri ile bağlandığı (Roux-en-y anastomoz) için diyet ve beslenmede dikkat edilmesi gereken durumlar oluşmaktadır. Bu ameliyatlardan sonra proteinden zengin gıdalar tercih edilmeli ve yemeklerdeki karbonhidrat tüketiminin azaltılması gerekmektedir. Özellikle basit karbonhidratlı gıdaların (şekerli gıdalar, bal vs) tüketiminden uzak durulmalıdır. Aşırı yağlı, kıartmalı yiyeceklerle, gazlı içeceklerin tüketiminin kesilmesi gerekmektedir. Günlük tüketilen üç ana öğün haricinde emek aralarına ara öğün eklenmesi gerekmektedir. Yani azar azar sık sık beslenmek gerekmektedir. Yemeklerden önce su tüketimi, yemeklerin iyi çiğnenerek tüketilmesi ve öğün miktarının aşırı olmaması önerilir. Bu şekilde beslenme önerilerine dikkat edilmediği durumlarda yemeklerin ince barsaklara ani geçmesinden dolayı kusma, kramp tarzında karın ağrısı, ishal, terleme, çarpıntı ve kusmanın görüldüğü dumping sendromu gelişebilmektedir. Vücut adaptasyon sürecini geçirdikten belli bir süre sonra diyet kısıtlamaları azalmaktadır.
- Pankreas Kanseri
Pankreas, karın boşluğunun arka kısmında yer alan 12-15 cm boyutlarında bir organdır. Baş, gövde ve kuyruk olmak üzere üç bölümden oluşur. Mide, onikiparmak bağırsağı (oniki bağırsak), dalak ve kolon (kalın bağırsak) ile çevrilidir ve bu organlarla temas halindedir. Baş kısmı onikiparmak bağırsağına bitişiktir, gövde kısmı ise mide, karaciğer ve bağırsaklara giden ana damarlarla çevrilidir. Kuyruk kısmı dalağa çok yakındır. Pankreas kanalı, onikiparmak bağırsağının ikinci bölümüne açılır ve burada enzimler salgılar. İki temel işlevi vardır: Besinlerin onikiparmak bağırsağına iletilmesiyle sindirime yardımcı olmak ve hormonlarını dolaşım sistemine aktararak kan şekerini düzenlemektir. Pankreas kanserinin belirtileri nelerdir? Pankreas kanserinin belirtileri tümörün pankreastaki yerleşim yerine göre farklılık göstermektedir. Kilo kaybı neredeyse tüm kanserlerin ana semptomudur. Gövde ve kuyruk kesimindeki tümörler geç semptom vermesi nedeniyle kitle boyutunun büyümesi sonucu özellikle kronik sırt ve karın ağrısına neden olmaktadırlar. Baş kesimine yerleşmiş tümörler pankreas ve safra kanalında erken dönemde tıkanıklığa neden olabilmektedir. Bunun sonucunda ciltte sararma, idrar renginde koyulaşma ve macun kıvamında dışkılamaya neden olan tıkanma sarılığına yol açmaktadırlar. Ayrıca pankreas kanalında tıkanıklık sonucu pankreatit atağı baş yerleşimli tümörlerde görülen bir diğer belirtidir. Özellikle pankreas içeriğinin duodenuma geçememesi sonucu yağlı gıdaların sindirimi yapılamaz ve yağlı dışkılama eşlik edebilir. Pankreas kanserinde tanı nasıl konulur? Sinsi başlangıçlı bir kanser türü olması nedeniyle tanıda hastalıktan şüphe edilmesi en önemli basamağı oluşturmaktadır. Uzun dönemli geçmeyen sırt ve karın ağrısı, kendiliğinden düzelen sarılık atakları, idrar renginde koyulaşma, yağlı dışkılama ve kilo kaybı gibi şikayetleri olan hastaların genel cerrahi uzmanı tarafından değerlendirilmesi önerilir. Tanıda ultrasonografi (USG) ilk tercih edilen yöntem olmasına rağmen karın arka boşluğu ve pankreası göstermede yetersiz kalabilmektedir. Bunun yanında bilgisayarlı tomografi (BT) tüm karın içi organları ve karın arka boşluğundaki organları göstermede altın standart olarak kullanılmaktadır. Ayrıca pankreas kanalı, safra yolları ve duodenumu tanı amacıyla değerlendirmek; pankreas kanalı ve safra yolları tıkanıklığında stent uygulaması ile tedavi amacıyla endoskopik işlemler (ERCP-endoskopik retrograd kolanjio pankreatikografi) uygulanmaktadır. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ya da pozitron emisyon tomografisi (PET/BT) hastalığın lokal ya da uzak yayılımını değerlendirmek için kullanılmaktadır. Pankreas kanserinde tedavi nedir? Uzak metastazı olmayan, lokal olarak karaciğer ve barsakları besleyen ana atar damarlara invazyonu (yapışıklık) olmayan hastalarda cerrahi tedavi uygulanması gerekmektedir. Pankreas dokusunu ve çevre organları besleyen damarsal yapılar birbirleriyle entegre bir şekilde ilişkili olduğu için tek başına tümörü ya da pankreas dokusunu çıkarmak mümkün olmamaktadır. Bu nedenle midenin üçte birlik kısmı, duodenum, pankreasın sadece baş kesimi ya da tamamı, safra kesesi, safra yolları ve incebarsağın bir kısmının alınmasını içeren “Whipple Ameliyatı” uygulanmaktadır. Ayrıca onkolojik cerrahi prensiplerine göre lenf nodlarının disseksiyonu (alınması) gerekmektedir. Mide, safra yolları ve pankreas kanalı ile incebarsaklar arasında yeni bağlantılar (anastomoz) yapılarak sindirim sisteminin devamlılığı sağlanmaktadır. Yara yeri enfeksiyonu, kanama, anastomoz kaçağı veya pnömoni (akciğer enfeksiyonu) görülebilmektedir. Hastaların ameliyattan sonraki erken dönemde yoğun bakımda takibi önerilmektedir. Ameliyat sonrası uygulanan belli diyet listesi, beslenme düzenlenmesi ve destekleyici tedavi ile hastalar normal yemek yiyebilmektedir. Uzak metastazı olan, ana atar damarlara invazyonu olan hastalarda öncelik kemoterapi ve/veya radyoterapidir. Bu hastalarda kitleye bağlı tıkanıklık (obstrüksiyon) varsa tıkanıklığın yerleşim yerine göre endoskopik veya cerrahi girişimle obstrüksiyon açıldıktan sonra kemoterapi ve/veya radyoterapi uygulanmaktadır. Tedavi sonrası kitle boyutunda küçülme, metastazlarda gerileme olan hastalar cerrahi için tekrar değerlendirilmektedir. Lokal ileri hastalıkta bu tedavilere ek olarak uygun hastalarda cerrahi tedavi ile eş zamanlı olarak radyofrekans ablasyon (RFA), mikrodalga ablasyon veya elektroporasyon (IRE-Nano Knife) uygulanmaktadır. Sonuç olarak pankreas kanseri sinsi başlangıçlı, genellikle tanı anında ileri evrede olan bir hastalıktır. Hastalığın başlangıç semptomlarına dikkat edilmesi, tanıda hastalıktan şüphe edilmesi gerekmektedir. Cerrahi tedavi ve sonrasında gerekli ise kemoterapi ve radyoterapi ile hastalığı kontrol altına almak mümkün olmaktadır. Bunun yanında kemoterapi, radyoterapi sonrasında cerrahi tedavi veya lokal ablasyon tedavileri günümüzde önerilmektedir. Hastalığın tedavi planlamasında genel cerrahi, gastroenteroloji, radyoloji ve onkoloji bölümler yer aldığı için multidisipliner yaklaşım önemlidir. #pankreaskanseri #ankara #genelcerrahi
- Safra Kesesi Hastalıkları
Safra kesesi, karaciğerde üretilen safra sıvısının depo edildiği organdır. Yemeklerden sonra kasılarak içeriğindeki safrayı duodenum’a (onikiparmak bağırsağı) safra yolları ile aktarır. Duodenuma açılmadan önce pankreastan gelen pankreatik içeriğin aktarıldığı Wirsung kanalı (pankreas kanalı) ile birleşir. Bu sıvı yiyeceklerde bulunan yağların sindirimine yardımcı olur. Safra kesesi içerisinde taş görülmesine kolelitiazis, safra kesesinde ani gelişen iltihaplanmaya ise akut kolesistit denir. Safra taşları çeşitli sebeplerle oluşabilmektedir. Az su tüketimi sonucu safra sıvısının yoğunlaşmasıyla, aşırı kalsiyum içerikli gıdaların tüketimi, ailesel geçiş ya da sebebi bilinmeyen nedenlerle oluşabilir. Genellikle kolesterol taşları, daha az olarak da kalsiyum taşlarından oluşmaktadır. Yemeklerden sonra üst karın bölgesinde ağrı, erken doygunluk, şişkinlik veya hazımsızlık gibi şikayetlere yol açar. Gastrit, peptik ülser gibi mide hastalıklarında da benzer şikayetlerin görülmesi nedeniyle dikkatli olunmalıdır. Herhangi bir sebeple safra taşlarına bağlı olarak safra sıvısının akışı engellenecek olursa safra kesesinde hidrops (şişme), kanlanma bozukluğu ve bakteriyel çoğalmaya bağlı olarak iltihaplanma görülür. Bu duruma akut kolesistit denilmektedir. Safra kesesinde iltihaplanmaya bağlı olarak pankreasta da eş zamanlı olarak iltihaplanma gelişebilir. Bu duruma ise akut bilier pankreatit denilir. Safra kesesi içerisindeki taşların ana safra kanalına düşmesi sonucu tıkanıklık görülebilir ve tıkanma sarılığına neden olabilir. Bu tabloda da beraberinde iltihaplanma görülebilir. Yemeklerden sonra ağrı, erken doygunluk ve hazımsızlık gibi şikayetlere neden olan safra taşlarının tedavisi cerrahidir. Medikal tedavi taşa bağlı şikayetleri azaltabilir fakat akut kolesistit, tıkanma sarılığı veya pankreatit gibi komplikasyonların gelişmesi engellenemez. Cerrahi olarak laparoskopik (kapalı) ameliyat tekniği dünya genelinde altın standart olarak uygulanmaktadır. Safra taşlarının yapısı nedeniyle ses dalgaları ile kırılmaya duyarlı değildirler. Ayrıca duyarlı olan taş yapısında olsa dahi kırıldığı zaman ana safra kanalına düşeceği için tıkanma sarılığına neden olacağı için ses dalgaları ile kırılması mümkün değildir. Bu nedenle ameliyat ile safra kesesinin tamamının taşlarla birlikte alınması esastır. Kolesistit, tıkanma sarılığı ya da pankreatit gibi komplikasyonların geliştiği hastalarda tedavi planı değişmektedir. Akut kolesistit gelişen hastada iltihaplanmanın başlangıç süresi, yandaş hastalıkların varlığı ve genel fizik muayene bulgularına göre antibiyotik tedavisi ya da uygun ise eş zamanlı cerrahi tedavi önerilmektedir. Tıkanma sarılığında ana safra kanalındaki taş ya da taşların endoskopik olarak düşürülmesinden sonra yine hastanın genel fizik muayene ve değerlendirmesi sonucuna göre eş zamanlı ya da planlı cerrahi tedavi önerilir. Akut pankreatit gelişen bir hastada öncelikli olarak antibiyotik tedavisi sonrasında iyileşme sağlandıktan sonra planlı cerrahi tedavi önerilir. Safra polipleri: Polip tanım olarak içi boş bir organda normalden daha fazla büyüyen yapı demektir. Safra kesesi içerisinde de görülebilirler. Kolelitiazis benzeri belirtilere yol açabilmelerine rağmen genellikle şikâyete neden olmazlar ve rutin değerlendirmeler sırasında tesadüfen tespit edilirler. Çok nadir durumlarda safra yolunda tıkanıklık yapmaları nedeniyle akut kolesistite neden olurlar. 1 cm’den büyük, sayıca birden fazla veya takip sırasında boyut artışı görülmesi durumunda cerrahi olarak tedavi önerilir. Safra kesesi ameliyatlarından sonra gastrit gibi mide hastalıkları gelişebilir ya da mevcut olan gastrit şikayetleri artabilir. Bu durum sık görülmese de ameliyat sonraki dönemde 3 ile 6 ay arasında kendiliğinden gerilemektedir. Mide koruyucu tedavi, aşırı yağlı yiyeceklerden kaçınmak ve bir öğünde yenilen yemek porsiyonlarını azaltmak bu şikayetleri azaltmaya yardımcı olacaktır. #safrakesesi #kolelitiazis #safrataşı #laparoskopi #kolesistektomi #pankreatit #akutkolesistit
- Kolorektal Kanserler
Kolorektal kanserler nedir? Sindirim sisteminin kalın bağırsak denen kısmını kolon ve rektum oluşturur. oluşturur. İnce bağırsaktan itibaren sırasıyla çıkan (sağ) kolon, transvers kolon, inen (sol) kolon, rektumla birleşim yeri sigmoid kolon ve son 20 cm’lik kısmı rektum olarak adlandırılır. Toplam uzunluğu yaklaşık 1,5 metredir. İnce bağırsaktan gelen sindirilmiş gıdalar kolona ulaşır, mineral ve su besinlerden geri emilir. Geri kalan gaita (dışkı) anüsten atılmak üzere rektumda depolanır. Bu bölgede görülen kanserlere “kolorektal kanserler” denir. Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre ülkemizde en sık görülen ilk 5 kanser arasında yer almaktadır. En sık 50 yaşından sonra gözlenmektedir. Kadın ve erkeklerde eşit sıklıkta görülür. Kanser hücreleri organın iç yüzeyini döşeyen hücrelerden kaynaklanır ve yakın komşuluğunda bulunan lenf bezlerine yayılım gösterebilir. Hastalığın ilerlediği durumlarda başta karaciğer olmak üzere karın zarı, akciğer ve diğer organlara yayılabilir. Bu yüzden erken tanı tüm diğer kanser türlerinde olduğu gibi çok önemlidir. Kolorektal kanserler için risk faktörleri nelerdir? Kolorektal kanserler için en önemli risk risk faktörleri; ileri yaş, sigara kullanımı, lifli diyetten fakir beslenme, ailede kolorektal kanser öyküsü olması, polip gelişimi ve iltihaplı (inflamatuar) barsak hastalığı olmasıdır. Genetik yatkınlık oluşu, meme, rahim ve yumurtalık kanseri olması, daha önce kolorektal kanser tanısı almış olmak diğer risk faktörleridir. Kolorektal kanserlerde belirtiler nelerdir? Belirtiler hastalığın varlığından çok neden olduğu diğer bulgulardan kaynaklanır. Bağırsak alışkanlığında değişiklik hastaların çok büyük çoğunluğunda mevcuttur. Kabızlık ve takip eden ishal atakları, dışkılama sonrası bağırsakta tam boşalmama hissi, normalde olduğundan daha ince dışkılama, gaz, kramp ve şişkinlik hastalar için bağırsak alışkanlığının değiştiğini gösterir. Son 3 ay içerisinde istemsiz kilo kaybı olması kanserin genel bulguları arasındadır. Kanserin yerleşim yerine göre; sağ kolonda bulunan kanserler dışkıda fark edilmeyen gizli kanama nedeniyle anemi (kansızlık) ile kendilerini gösterirler. Anemi sonucu erken yorulma, halsizlik, nefes darlığı ve çarpıntı görülür. Sol kolon ve rektum yerleşimli kanserler gaitada parlak veya koyu kırmızı kanama, gaitanın normalden daha ince olması, sol kolonun dar olması nedeniyle bağırsak tıkanıklıklarının gelişmesi ve dışkılama sonrası tam boşalmama hissi ile bulgu verirler. Rektal kanama veya anemi bulgusu olan hastaların uzman hekim tarafından ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmesi önerilmektedir. Yerleşim yerinden bağımsız olarak hastalığın ilerlediği olgularda bağırsak tıkanıklığına bağlı olarak bulantı, kusma, şişkinlik, karın ağrısı, gaz ve gaita çıkaramama görülür. Kolorektal kanserlerde tedaviler nedir? Tedavi hastalığın evresine göre belirlenmektedir. Erken evre veya obstrüksiyon (tıkanıklık), kontrol edilemeyen kanama gibi komplikasyonların geliştiği durumlarda öncelikli olarak cerrahi tedavi önerilmektedir. Uzak organ metastazı (yayılımı) yapmış ileri evre hastalıkta ise öncelikli olarak kemoterapi ve radyoterapi uygulandıktan sonra cerrahi tedavi uygulanması önerilir. Bu noktada asıl önemli olan hastalığın yerleşim yeri, hastanın genel durumu ve hastalığın tanı anındaki evresidir. Cerrahi tedavi sonrası uygulanan sistemik kemoterapi ve gerekli ise bölgesel radyoterapi ile erken evre kolorektal kanserlerin hastalıksız yaşam süresini olumlu yönde etkilemektedir. Karaciğer ve akciğer gibi uzak metastazlara yönelik cerrahi veya ablasyon (yakma) tekniklerinin kullanımı ile başarılı sonuçlar elde edildiğini gösteren çalışmalar günümüzde bildirilmektedir. Uygulanan tedavi seçenekleri hastalığın evresine göre değişken sonuçlar vermekle beraber her kanser hastalığında olduğu gibi kolorektal kanserlerde de erken tanı ile tedavi şansı çok fazladır. Bu nedenle hastalığın belirti ve bulgularının yeterince bilinmesi ve uzman hekim kontrolünde olmak önemlidir. #Kolonkanseri #Rektumkanseri #BağırsakKanseri #laparoskopi












